13 Kasım 2016 Pazar

AK PARTİ

BİR ŞİİR VE CEZASI

Yazan: Fahrettin Öztoprak

tayyip erdoğan ile ilgili görsel sonucu

Günlerden 6 Aralık 1997. O gün Recep Tayyip Erdoğan için bir kırılma noktasıydı. Her şey irade dışında gelmişti. Gerçi Refah Partisi İl Başkanlığı, İstanbul Büyükşehir Başkanlığı gibi görevlerde bulunup, kendine kitlesel bir sağlasa da, başbakanlığa doğru giden yoldaki kilometre taşlarında daha çok eksik vardı. İşte o gün Recep Tayip Erdoğan, Siirt’te halka hitap ederken, konuşma içinde Türk milliyetçilik hareketinin öncü isimlerinden Ziya Gökalp’ten bir şiir okudu: “Minareler süngü, Kubbeler miğfer, Camiler kışlamız, Müminler asker” dedi. Ne olduysa işte o günden sonra oldu. Derler ya, hayırda şer, şerde hayır vardır diye. Aynen öyle oldu. Onu okuduğu şiir nedeniyle TCK’nın o günkü 312. Maddesinden yargıladılar. İsnat edilen suç ise çok garipti. O, bu şiiri okumakla halkın dil ve din farklılığını gözetmiş, toplumu açıkça kin ve düşmanlığa tahrik etmişti. Cezası kesinleşince Recep Tayyip Erdoğan’ı Pınarhisar Cezaevi’ne koydular. O burada 4 ay kadar yattı. 4 ay boyunca düşündü ve siyasi projesini geliştirdi. Refah Partisi Hükümeti çoktan düşmüş, Anayasa Mahkemesi de 16 Ocak 1998’de RP için kapatma kararı vermişti. Bu kapatma kararı beklenen bir durumdu. Sürpriz olan ise, testinin çatlak haliydi. Her yerden su sızdırmaya başlamıştı. Bununla bir adım daha gidilemezdi. Kapatma kararını kınayanlar olduğu gibi, Refah Partisini sorgulayanlar oldu. Çünkü RP, hükümetteyken yanlış üstüne yanlış yapmıştı. Bu yanlışları sorgulayanlardan biri de Recep Tayyip Erdoğan’dı. O, geleceğe daha farklı bir perspektif ve çerçeveden bakmak istiyordu. Aynı gün Aski Spor Tesisleri’nde bir toplantı yapıldı. Burada Erbakan’a ilk muhalif cephe meydana geldi. O gün Recep Tayyip Erdoğan ismi telaffuz edilmeye başlandı. Kapatılan RP yerine Fazilet Partisi (FP) kuruldu. Bu partinin başına İsmail Alptekin ve Recai Kutan gibi emanetçiler getirildi. Çünkü Erbakan’ı dizginlemek mümkün değildi. O geri planda kalıp emir ve direktifleriyle partiyi idare etmek istiyordu. Onun bu emir ve direktiflerine karşı gelenler ya da itiraz edenler, yeni bir yol arayanlar haindi. Anayasa Mahkemesi 16 Aralık 2000’de FP’yi kapatacaktı. Erbakan tarafından hain damgasını yiyenler o gün farklı bir çatı altında toplanacaktılar. Onlar için bu bulunmaz bir fırsattı.[1]
Recep Tayyip Erdoğan’ı cezalandırsalar da, onun okuduğu şiirde Siyasi İslamcılık değil, buram buram Türkçülük kokuyordu. Devleti yönetenler bundan habersizdiler. Türkçülük birilerinin zannettiğinin aksine, İslam’ı dışlamaz, hatta ona sahip çıkar. Bunu Hüseyin Nihal Atsız bir değil, yazılarında birçok defa ifade etmişti. Mesela, “Hiç şüphe yoktur ki Türklerin dini Müslümanlıktır[2], “...İngiliz ve Fransızların 316 topuna biz 93 topla karşı koyduk. Akşama kadar süren bu çetin çarpışmada vaziyet bizim için oldukça buhranlı oldu. Umumi seferberlik dolayısıyla orduya gelen en ihtiyar efrat bile hiç olmazsa su ta­şımak suretiyle vazifelerini yaptılar ve bazıları Ezan okuyarak maneviyatı takviye ettiler...“[3], Mehmet Akif’in “İslamcı olmasını kusur diye öne sürüyorlar. İslamcılık dünün en kuvvetli seciyesi ve en yüksek ülküsü idi. Bugünkü Türkçülük ne ise dünkü İslamcılık da o idi. Esasen İslamcılık Osmanlı Türklerin milli mefkuresiydi. On dördüncü asırdan beri Türklerden başka hiçbir Müslüman millet, ne Araplar, ne Acemler, ne de Hintliler İslamcılık mefkuresi görmüş değillerdi. Bir Osmanlı şairi olan Akif’te milli mefkure kemaline ermiş”ti.[4] ve “Türk Müslümanlığı haline gelen bu din on yüzyıldan beri bizim milli dinimiz olmuştur[5] gibi yazılarında sözler sarf etmiştir. O söylediklerine harfi harfine riayet eden biriydi. Atsız’ın tek hatası Türk milliyetçiliğini ırkçılık derecesine kadar indirgemek istemesiydi. O zamanının bilgi verilerine göre şartlanmıştı. Tarihçiydi ama, resmi tarihten başka bir tarihi düşünemiyordu. Oysa toplumların da tarihi vardı. Bu toplumlardan biri de Oğuz toplumlarıydı. Devlet onun için her şeydi. Ancak devleti kuran milletti, devleti yıkan da milletti. O Hitler döneminde yetişmiş ve şekillenmişti. Nazilerden de çok şey kapmıştı, mesela Yahudi düşmanlığını. Atsız Hitler’in katlettiği 6 milyona yakın Yahudi’nin Türk asıllı, Macar ve Hazar Türklerinden olduğunu da bilmiyordu. Oysa o bir tarihçiydi. Hazar Kağanlığının Yahudi bir devlet olduğunu nasıl bilmezdi. Tarihçi tarihi olduğu gibi kabul eder, yorumlamaz. Tarih savaşların, zaferlerin, hükümdarların tarihi olduğu gibi, sulh zamanında yaşantıların, mağlubiyetlerin ve halkların da tarihidir. Tarih Oğuz boylarında olduğu gibi aşiretlerin ve beyliklerin de tarihidir. Tarih darbeyi, zulmü ve katliamları alkışlamaktan ibaret değildir.



[1] Şamil Tayyar, Operasyon Ergenekon Gizli Belgelerde Karanlık İlişkiler), Timaş Yayınları, İstanbul 2008, s. 8-9
[2] Atsız, Makaleler III, Baysan Yayınları, İstanbul 1992, s. 104
[3] Atsız, Çanakkale’ye Yürüyüş ve Türklüğe Karşı Haçlı Seferi, İstanbul 1992, s. 50-51
[4] Atsız, Makaleler II, Mehmet Akif, Baysan Yayınları, İstanbul 1992, s. 51-52
[5] Atsız,, Türkçülüğün Önemli Meseleleri, Orkun Dergisi, 68. Sayı, 18 Ocak 1952